29 Nisan 2009 Çarşamba

göztaşı

dedim, dunya gibi bulut yok dunya ustunde
ellerimde bir goztasi, gozlerim bos gidiyordum
ne bileyim, bir turkunun boyle veysel oldugunu
acildim, cikmaz bir sokak gibi, kapaninca denizde

serçeleme

çok oldunuz be serçeler

kapatırım şimdi kapıyı

dedim

dinlemediler beni

ben de kapatmadım kapıyı

varsın dinlemesinler

28 Nisan 2009 Salı

a dream within a dream

kalabalık. o kalabalıkla beraber hareket etmezsek ölürüz sanki. bir mahşer yeri diyebilirim yıllar sonra etrafımdaki çocuklara anlatırken. dehşete kapılırlar belki bir an. gülerim ben de...
başkentin en kalabalık yeri sanki. ben az sonra koskocaman bir kadın olacağım. önümüzde bize samimiyetle gülümseyen iki çift göz. patlayan flaşlar.
kırılmalar oluyor ikimizde de. farketmiyoruz başta belki ama oluyor. sen sol adımını atarken ben de solumla hareket ediyorum, sonra sağ sonra yine sol... bir süre sonra senkronizasyonu sağlıyoruz. ve işte başardık!
kalabalık. müzik. çocukluğumun şarkıları. nasıl oluyor da hepsini biliyor bu kadın diye yüzüme bakıyorsun, ben de sosyolojik analizler yapıyorum. discourse hocam, bak nasıl da işliyorlar ufacık çocukların bilinçaltlarına! gülüyorsun. sen bana çok gülüyorsun. ciddiyetini sarsıyorum sanırım.
zaman. durmuyor ki meret!
sıkıca sarılmışız. soğuk bir istanbul sabahı vapurda sarıldığımız gibi; yüzüncüyılın ayazından korunduğumuzdaki gibi; erciyesin kudretinden beni sakındığın gibi...
evet.
ve sonunda zaman durdu.
***

ışıklar ve müzik dönüyor zihnimde. bu keşmekeş bir rüya.
biz, başka bir rüya yaratıyoruz.
***

keşke söylenmemiş olanı söyleyebilsem sana,
benden önce çok insanlar yaşamış yeryüzünde. sayamayacağım aklıma hayalime sığdıramayacağım kadar çok!
ve şimdi hepsinin isimlerini hatırlamaya çalışıyorum. olmuyor, olmayacak biliyorum. yine de beni anlasınlar istiyorum.
***

son nakaratta dışarıdayız artık.
yine de içimden geçen hep şarkı.
su akar yatağını bulur demiştik, bu su hiç durmaz diyoruz şimdi.

poh poh perisiydin sen

bir pazar günü parktaydım.
nemli bir banka uzandım.…
ve çimlerin şarkısında başka bir yerde uyandım.
yazdıklarımı seviyordun.
kazaklarımı giyiyordun.…
ve ellerin saçlarımda:
sevildiğimi biliyordum.

27 Nisan 2009 Pazartesi

çiy kuşu

"çiy kuşu bizim barometremizdir," dedi balıkçı hüseyin.
"o öttü mü hava hoş demektir"

can yücel.

23 Nisan 2009 Perşembe

see the stone set in your eyes

My hands are tied
My body bruised, (s)he's got me with
Nothing to win and
Nothing left to lose

And you give yourself away
With or without you
...

bugünlerde... VOL.II


her yanımda aynalar. kendimi görmeye çabalıyorum. kafamı kaldırıp yanıma baktığımda gördüğüm çirkin şişman bi surat. bir yastıktan farksız. arkanı dayadığın, üzerine oturduğun bir yastık. bel ağrısına iyi gelen cinsten de değil üstelik. kılıfına kahve dökülmüş, pis pasaklı. değiştirmeye kimse yeltenmiyor bile. birinin makyajı akmış. dandik rimel kullanırsan böyle olur kızım. aslında rimelden mi yoksa peşinden koşturduğun hayat mı böyle üzen. olsun. sen yine de kullanma onlardan, kömürden mi ne yapılıyormuş. yazık yüzüne gözüne gencecik tenine.

gencecik ruhuma yazık. genç mi? nerden baksan 45 varım bu aralar.


aynalara bakamaz oldum. çok gerçekler, tam da görmek istemediğim şeyler. ben onlara bakarken onlardan da bana milyonlarca göz bakıyor. beni görüyorlar. kendimi görüyorum. en istemediğim şey.


ağlara dolanmışım, yünlere dolanmşım, iplere dolanmışım. iplere tutunmuşum, ağlara tutunmuşum, yünlere tutunmuşum. anneannem eğiriyor beni yavaş yavaş, sonra özenle şişine atıyor ilmekleri. başlıyor örmeye. ha babam de babam örüyor. fark etmiyor bile beni nasıl hırsla bağladığını. dolanmıştım işte çözülemezdim, yine aynı ipler boğazımda düğümlenen. yine aynı ağlar ayağıma dolanan.




19 Nisan 2009 Pazar

Hal u mesele ma niya wo

"gözyaşım sen oldun kahirim sensin,
evvelim sen oldun ahirim sensin."






kardeşim türkülerdeki kadar kolaylıkla söyleyebilsem bunu diye düşünüyorum nicedir. odamı dolduruyor. sonra bir daha, bir daha ve durmamacasına. kapatmışım mor perdelerimi.

mor duvarlarım.

mor sabahlığım.

mor gözaltlarım.

mor damarlarım.

bir ağlasam mora kesecek gökyüzüm. biliyorum güneş perdelerin arkasından doğacak 3 dakikası var. bilsem de açmıyorum. ışık pek iyi gelmiyor.



dargın mıyız? diye soruyorum iç benliğime. cevap vermeye bile tenezzül etmiyor. dargınız. darıldık. sonra ben arkamı döndüm. "giiiiiiiiiitttt" diye bağırdım. o kadar çok bağırmışım ki ayak seslerini bile duymadım. birden yok olmuştu. hiç olmamış gibiydi. geçenlerde karşılaştık, ekmek almaya çıkmıştım (sadece ekmekle besleniyorum artık) parasını uzatırken gördü beni. şaşkındı. dargındık. içimden gelmedi hiç "özlediğimi" söylemek.



bildiğim bir şeyi yeniden keşfettim: yalnız başına dolaşmak. bulduğum ilk banka kuruluyorum, geleni gideni izliyorum. denize bakıyorum. deniz bana bakıyor. sonrasında gökyüzü. ikisinin birleştiği yerde olmayı diliyorum. beni kucaklayacak, sarmalayacak, özümseyecek ve sonrasın içine alacak tek nokta. ufuk demişler adına, ulaşmayı bekliyorum.



denize bakarken bakarken orta anadolunun bir dağının eteklerinde buluyorum kendimi.

bozkıra uzanmışım (bozkırına uzanmışım) birazcık uzağından yollar akıyor ortadoğuya doğru (yollarına dikmişim gözlerimi) bir bulut kümesi çevrelemiş başımı, güneşe kalkan, yağmura davetkâr (her sarılışımda ağlıyorum sana, her sıkıca sarılışımda ayrılıyorum senden).

sonra bütün o yolların eski uygarlıklara kavuşmasını bekliyorum. denizin kıyısında, deltasında kekik fesleğen yetiştirdiğimiz, toprağın altından çıkan taşların lise tarih kitaplarından daha tarih olduğu bir coğrafyada...



hava aydınlandı. düşündükçe evvelim olmaktasın. önce'me ve sonra'ma ait bütün "yaşanı"ların içine yerleştiriyorum seni, seninkiler içine de beni. komşunun düğününde topladığın gazoz kapaklarından biriyim, jane eyre'min içindeki püsküllü ayraçsın, aldığın ilk kasetin bandıyım, ezberlediğim ilk şarkının nakaratısın, yüce devletime sunacağım yaşamımın ortağısın.


bir bankta oturmuşuz gülüyoruz,
-23 yıl sonra?
-hımmm... hocam ben okulu bitirememişim
-ohhh paşam ben çalışayım sen öğrencilik yap
-hocam ayıp oluyor ama
-hıh!
-nazooo
-eeee sonra sonra?
-sonrası işte sen elinde bim poşetleriyle geliyorsun...

evet. bim poşetlerine dair hayaller kuran bir sevdiceğim var. çok da patolojik olmasa gerek, dimi dimi?





6 Nisan 2009 Pazartesi

ve insanlar

insanlar, sadece midemi bulandırıyor. bütün dillerin arasından seçip aldığım sözcüklerle sadece birkaç tane güzel kombinasyon yapabiliyorum. bir elin parmak sayısını geçmeyecek nitelikte. insanlar. bir şeylerini yitirmiş insanlar, bana da değerlerimi kaybetmem için baskı uyguluyorlar. hakikate ulaşamıyorum bir türlü. karşımda dimdik durup yalan söylemeyi sürdürüyorlar. benimse midem bulanıyor sadece. bense onca yalanı farketmenin şaşkınlığıyla öylece bakakalıyorm. sadece beyinlerinin işleyişini merak ediyorum. aşk böyle bir şey mi acaba? ya da "aşk"ı nasıl bir savunma mekanizması olarak gösterebiliyorlar?

anlayışın, iyiliğin, empatinin sınırlarını zorluyorum; yine de algım bir noktada kapanıyor. neden bana bunlardan öncesinde, her şeyin en başında söz edilmiyor? onca zaman ve yaşanmışlıklar ve atlatılan krizler ve rehablitasyon çabaları beni anlatmaya yeterli olmamış mıdır? daha kaç tane krize ihtiyacımız vardır? bu devasa pisliğin içinde steril tutmaya çalıştığım yegane şeylerin de böylesine kolaylıkla kirlenmesine alışmalıyım belki de. fransızlar bu duruma "deja vu" diyor. halbuki deja vu'nun bilimsel açıklaması beynin iki lobunun çalışma hızının farklılığından kaynaklı aynı imgeyi ikinci kez algılamasına tekabül eder. benimki deja vu değil. biliyorum. gördüklerim birbirinin tekrarı ama her seferinde farklı varyasyonları. bir kadın, bir erkek, bir de ben. yazılma sürecinde dışında tutulduğum bir senaryo ve pat diye kendimi ortasında buluverdiğim bir film. pek bayat ama. üçüncü sınıf figüranlar ve çokça da klişe replikler.
deja vu ya da değil, ama ben bu filmi önceden görmüştüm.