18 Mayıs 2016 Çarşamba

çıt. çıt. çıtırt.

memlekete giden otobüsün içinde kulağımda diego'nun haykırışı içimde ta şuramda en kuytumda kırılan kalbim. sanki ilk defa varlığını hissetmişim gibi...
hikayedeki hep giden taraf olmaya alışkınlığımdan mıdır, kimseyi kendimden daha fazla sevmediğimden mi bilmem hiç başıma gelmeyeceğini düşündüğüm bir ses duydum. çıt etti kalbim ve tam orta yerinden bölündü hayatım.
artık hiçbir şey eskisi gibi olmadığı için eskiden bildiklerime sarılıverdim. kardeşime, anneme, babama, fotoğraf albümlerine, 90'lar türkçe popa, lisede girdiğim yeşil konversime, ve belki çok daha öncesine intaş'taki evimizin küçücük mutfak balkonuna... insan ölebildiği zaman ölürmüş demiş albay; ölmüş müymüşüm, nefes almıyormuşum ne o zaman işte sanki daha çok yankılandı. çıt. çıt. çıtırt. öyle kenarından da değil yanlış anlaşılmasın. tam orta yerinden, hayatla uyuşan tüm dokularımın olduğu yerden... kırılıverdi bir gün. saat yediye iki vardı. ben her şeye en başından, memleketten başlamaya karar verdim.

gitmedikti. kalmadıktı.

yazarsam kalır diye korkuyorum. yazmayayım, konuşmayayım, böylece uçup gitsin her şey. gözündeki maviyle yeşilin karışımı uçsun, sesinin titrekliği uçsun, "sen yıllardır neredesin"deki sitem uçsun, benim kalp atışlarım havalansın sonra, saçlarım uçsun, göğüs kafesimin içindeki tiktak dursun. yalnızlığımız bizim sidikli kontesimiz, dün gece kabataş'ta sevgi duvarını beraber aştık. el ele tutuştuktu da vapur bekliyorduktu sonra o banktan kalkamadıktı martılar ve büfe tostunun nahoş kokusu el ele verip itekledi bizi. kıta değiştirdik.