28 Kasım 2009 Cumartesi

to my dreamer

şu kırmızı yalzıdlı kağıdı oraya sıkıştıralım gece lambasıyla alttan ışık verdik mi su dolu mavi leğenin içindeki saydam topumuz pırıl pırıl olacak.
ve sonunda başardık. binlercedeneysel çalışmadan sonra, istediğimiz anı yakaladık. bir de sarıldık mı birbirimize sıkı sıkı, bizden iyisi yok.

hâlâ madrid'deki en iyi arkadaşımsın.
keşke "canım" dediğimde anlayabilsen ne demek istediğimi, zaman zaman kaybolduğumuz dillerin arasında parmağını uzatıp "ay" dediğinde aslında halloluyor her şey.

yarın görüşürüz, sonra yine bi' parkta otururuz sessizce ya da woody allen için dua ederiz harakrishna'ya...

bunların hepsini yapabiliriz. bir cumartesi akşamı ya da henüz ismini koyamadığımız bir zaman diliminde objektifin ardından gülümserim sana.
söylemek istemiyorum ama sen gidersen madrid benim için pek ıssızlaşacak.
işte o zaman bulunduğun şehirde en güzel çocuk parkını seç, bil ki bu kadın ilk uçakla atlayıp yanına gelecek "hepsi senin suçun" diye ağlamaya başlayacak.

don't speak, please don't speak.
bu sessizlik böyle iyi.

25 Kasım 2009 Çarşamba

doktorunuza danışınız.

aldatılıyorsanız, aldatılıyorsunuz.
en yakın sağlık ocağına başvurmanız dileğiyle.

18 Kasım 2009 Çarşamba

geçmiş hep takip eder

bambaşka bir dilde kaybolsan bile; kasabanın birinde yıldızlara bakarken, hatta tümden unutmuşken bile. inatla reddetsen de... o hep seni takip eder. usul usul peşinden gelir, hiç yalnız bırakmaz. birden kendini süleyman'ın neden magnificent olduğunu anlatırken bulursun.

içinde saklanır. korkma hiçbir yere kaybolmaz.

13 Kasım 2009 Cuma

bu gece.

13. cuma korkusuyla evden hiç dışarı çıkmayıp, bugünü yaşamamış gibi kabul ediyorum. tinto de verano sarma sigara ev arkadaşıyla neşeli konuşmalar ve bandista eşliğinde bu geceyi de sahibine teslim etmiş oluyoruz.

***
o çocuklar kuytusunda şehirlerin, ötesinde gündüzün ve gecelerin, menzil bizim ah o cennet bahçeleri, bak o çocuklar, bak raksa başlar!

***

seni ben, çok seviyorum seni ben!

9 Kasım 2009 Pazartesi

lale müldür'ü sevme nedenim.

sasal siyah inci
sar ma şık
yana eğik ağaçlar
neredeyse birbirimize
yabancıyız artık
burası hep
sarı yaz
dışarda
hep
kasım
patlar
hep bir sarı
gagalı yelkovan
böyle kafamın içinde
limonsu safran
sarı ekran amino asit
bir ağaca gerisin
geriye sonbahar
siluetiyle
giren bir
kız

rna
mesajcısı
yunusların
kurtardığı
hadi sevgilim
bana bağlan
sonra güneşin
ilk ışınlarını
gözüne alarak
i yi leş
be be become good
become goooooooood
ama şimdi olmaz
şimdi işte hep
böyle kafada
sarı ampul
gözlerde
filtre
cool
cool it
cooling it down
mekanların ortasında
şoksarsıntısarılganyürüyüş
yavaşyavaşyavaşsu sarı sabır
herşey bir damask gülü için
hareketederkalır

işte
şimdi böyle
sarı beneklerle böyle
sarıbenizlilerle böyle
shakespeare'le böyle
ko kakola içen işçilerle
marlon brando'yla böyle
erkek kardeşimle böyle
kızkardeşim zaten yok
üstelik öylesine
serinkanlıyım ki
bütün
vuruşmalar bitince
seni göreceğim
ama şimdi burası
hep kasım
kafamda hep
yabancı bir dil
dışardan
hep sarı
şarkılar
söyleyerek
geçen sararti
turuncu inci
sar ma şık
yana eğik ağaçlar
neredeyse birbirimize
sarartıyız artık

8 Kasım 2009 Pazar

timur selçuk, winston box, y sangria.

evde yapayalnızım. benj her zamanki gibi tuhaf arkadaşlarıyla dışarı çıktı. dün gece buz gibi soğukta botella yaptıkları yetmezmiş gibi bugün de buluşup yemek yiyeceklermiş. didem ilk kez evi terkedip, hatta bu şehri de terkedip kendine bir iyilik yaptı.
ben burada oturmayı tercih ediyorum. tam burada calle de laganitos 27 numara, 2. kattaki sağdaki dairenin en küçük odasında. üstelik sarhoşum adamakıllı, daha da içeceğim. köşedeki cerveceriada otursaydım, bütün hesaplar benden bile diyebilirdim. böylelik ab'nin yatırdığı hibeyi bir gecede, bir ispanyol meyhanesinde, çarçabuk bitirmiş olurdum. ama yapmıyorum, yapmayacağım.

beni bilirsin, hep yalnızlıktan sözederim. bazen yalnız ama güçlü olmaktan, epey de övünürüm bu özelliğimle... ya da yalnız ama mutsuz olmaktan...
şimdi ise üzerine yaptığım onca konuşmadan sonra aslında şu ana kadar hiç de yalnız kalmadığımı farkettim. yani bir kıyas yaparsam, hep aynı dili konuşmuştum; hep aynı sokaklarda gezmiştim; hep aynı dertlerden yakınmıştım. madrid ise bambaşka bir yalnızlık haliymiş meğersem.

çünkü şimdi 21 yıl dinlediğim, duyduğum, konuştuğum dilden uzaktayım. hiç konuşamadığım ya da hiç anlamadığım anlar oluyor. öylece suratlarına bakıyorum insanların. suratlar bile bi' değişik. herkes arkamdan konuşuyormuş gibi paranoyalara kapılıyorum. bir tek sangria bana güven veriyor. buzlu, limonlu, şarabımsı tat.

dertler de çoğaldı. kaloriferi yaksam mı, yoksa bir hırka daha mı giysem diye düşünmeye başladım. çok sık hastalanıyorum. halbuki daha az sigara içiyorum. bademciklerim yavaş yavaş beni terkediyor.

üstelik eskisi kadar ukala, ekisi kadar özgüvenli değilim. evet, daha güvensizim kendi içimde. sanırım herkes gibiyim burada ya da diğer bir deyişle benim gibi olan insanlarla birlikteyim.

bir sabah uyanıp geri dönmeyi bile düşündüm.
acaba sadece bir inat uğruna mıydı bunca mücadele?
yani yıkılıyor mu hayalini kurduğum dünya?

madrid'in benim için bir başlangıç olduğunu düşünürdüm. tam tersine bir ölüm oldu aslında. bir ölümün son noktasındayım. hem de ne direnmeye gücüm var, ne de inkar etmeye. artık ölümü kabullendim. yenisini doğurmak bir başka zamana kaldı.

sangria, bitmesen olmaz mıydı?