ben hiçbir şey demesem de olurmuş. bütün bunları yazmasam da olurmuş. millerce ötede hastalıktan kıvranmasam da olurmuş. senin gelip şunu öldürmen lazım.
uzaktan uzağa bugün işim var, yarın da olmaz, biraz daha beklesen cümleleri daha çok canımı yakıyor. bilmem duyabiliyor musun?
yazık ediyoruz.
yoksun zaten, daha neyi azaltıyorsun?
önümüzdeki yılları da yıpratıyoruz. tükürüyoruz üzerlerine. çamurluyoruz üstüne basıp basıp. sanki yaşanmasını istemiyormuşuz gibi. sanki çoklar, hiç tükenmezler gibi.
tükeniyoruz ama sevgilim. ne zamandır gülemiyoruz yan yana. gülemezsek ölürüz halbuki biliyorsun bunu.
şimdi senden bir tek bunu istiyorum.
içim gül biraz, güldür biraz...
30 Eylül 2009 Çarşamba
23 Eylül 2009 Çarşamba
oğlum yapma bak valla bozuşuruz.
22 Eylül 2009 Salı
heppi börzdey benjamin
rakı içen her erkek gibi benjaminin de politika konuşmaya başlamasına şaşırıp kalmak. ya da artık şaşırmasak mı napsak? bu yoğurdu şekerlesek de mi saklasak sonra da amerikan salatası mı yapsak ya ne yapsak?
benjamin dolabın kapağını açık bırakmasın didem fişleri prizde unutmasın istiyorum! hayat aynı anda hem boşvermişlik hem fransızlık olmasın. kafası karışmış bir genç kızım ben. kızım ulan. chicayım işte; dos chicas erasmus'un chicasıyım. aynı oradaki gibi işte. mad-riding yaparken sokaklarda kaybolmak gibi.
loser olmak ya da olmamak
işte bütün mesele
8 Eylül 2009 Salı
gün gelir zaman bizi aklar...
üzgünüm gidenler için
üzgünüm bitenler için
sadece çok üzgünüm
dargın değilim
nolur sen de beni affet
kahır değil bu kıyamet
cezamızı çekiyor gibiyiz belki de nihayet
bir gün çalınırsa kapımız
tekrar anılır san'atımız
o zaman sarılır kanayan yaramız...
günahlar günahlar günahlar
gün gelir zaman bizi aklar
yıkanır ihanetler, yıkanır ahlar...
üzgünüm bitenler için
sadece çok üzgünüm
dargın değilim
nolur sen de beni affet
kahır değil bu kıyamet
cezamızı çekiyor gibiyiz belki de nihayet
bir gün çalınırsa kapımız
tekrar anılır san'atımız
o zaman sarılır kanayan yaramız...
günahlar günahlar günahlar
gün gelir zaman bizi aklar
yıkanır ihanetler, yıkanır ahlar...
madrid günlüğü
dün gece uykumdan şiddetli bi acıyla uyandım. ve uzun zaman sonra sol bacağıma kramp girmişti. bütünüyle uyandım. aklım fikrim bacağımdaydı. çok yürümüştüm çok yorulmuştum açtım sigara içmek istiyordum. bi sigara yaktım. yavaş yavaş geçiyordu. sanırım sigara iyi gelmişti. sigara da bi şeye iyi gelirmiymiş dedim annem misali. sonra annemi özlediğimi farkettim. iki gündür aramıyordum onu da, sanırım özlemiş olmalı. umarım merak etmiyordur. umarım burada bütün depresyon nedenlerimden uzakta olduğumu anlıyordur ve sırf bu yüzden bile üzülmüyordur. bacağım hala canımı yakıyor. üzerinden oniki saat geçmesine rağmen ben buradayım beni unutma diyebiliyor.
on iki saatlik değil aslında biliyorum. çok zamanların acısını çıkartıyor vücudum. hayatıma dair tedirgin olduğum her şey adına, düşündüğüm üzüldüğüm kafamı yoran tüm insanlar tüm ilişkiler adına bir tepki bu. kilometrelerce uzakta olsam da peşimden geliyorlar biliyorum. ve bir gece yarısı dünyanın bile farkında olmadığı bir kasabada fiestadan hemen sonra umutsuzluktan biraz önce sol bacağımın tombul baldırında su yüzüne çıkıyor. bu bana kavafisi hatırlattı. bütün gün sokaklarda ev arasam da hep aynı, hep aynı diye çığlıklar atıyor hücrelerim. yeni bir ülke bulamadım işte.
şimdi burada saat öğleni biraz geçmekte. penceremden sokağı göremiyorum, eminim kimsecikler yoktur ortalıkta, derin uykular vakti bu coğrafya için... ben ezginin günlüğü dinliyorum. yine ofacık bir odadayım. bilirsin işte yerde bavulum kapağı açık sonuna kadar, oraya buraya saçılmış kağıtlar. sanırım en iyi sen bilirsin benim sırtında çantayla yol alan halimi. bu yol sana çıkmıyor. halbuki iklim aynı seninle olduğum gibi sıcağı sıcak soğuğu soğuk, deniz yok burada da, kuru ve tozlu hava dudaklarımdaki çatlakları belirginleştiriyor. evet, kimse öpmüyor dudaklarımı.
ekim'e anlatacak çok hikayem var. şu an benden haberdar değil biliyorum. ama yakında pek yakında elinde kullanma talimatı ispanyolca olan oyuncaklarla gülümseyecek. dün geceyi de anlatacağım elbet; bacağımdaki krampı, zihnimdeki ağrıları, ezginin günlüğünü ne kadar çok sigara içtiğimi...
bu su hiç durmayacak ama, sana doğru akacak...
on iki saatlik değil aslında biliyorum. çok zamanların acısını çıkartıyor vücudum. hayatıma dair tedirgin olduğum her şey adına, düşündüğüm üzüldüğüm kafamı yoran tüm insanlar tüm ilişkiler adına bir tepki bu. kilometrelerce uzakta olsam da peşimden geliyorlar biliyorum. ve bir gece yarısı dünyanın bile farkında olmadığı bir kasabada fiestadan hemen sonra umutsuzluktan biraz önce sol bacağımın tombul baldırında su yüzüne çıkıyor. bu bana kavafisi hatırlattı. bütün gün sokaklarda ev arasam da hep aynı, hep aynı diye çığlıklar atıyor hücrelerim. yeni bir ülke bulamadım işte.
şimdi burada saat öğleni biraz geçmekte. penceremden sokağı göremiyorum, eminim kimsecikler yoktur ortalıkta, derin uykular vakti bu coğrafya için... ben ezginin günlüğü dinliyorum. yine ofacık bir odadayım. bilirsin işte yerde bavulum kapağı açık sonuna kadar, oraya buraya saçılmış kağıtlar. sanırım en iyi sen bilirsin benim sırtında çantayla yol alan halimi. bu yol sana çıkmıyor. halbuki iklim aynı seninle olduğum gibi sıcağı sıcak soğuğu soğuk, deniz yok burada da, kuru ve tozlu hava dudaklarımdaki çatlakları belirginleştiriyor. evet, kimse öpmüyor dudaklarımı.
ekim'e anlatacak çok hikayem var. şu an benden haberdar değil biliyorum. ama yakında pek yakında elinde kullanma talimatı ispanyolca olan oyuncaklarla gülümseyecek. dün geceyi de anlatacağım elbet; bacağımdaki krampı, zihnimdeki ağrıları, ezginin günlüğünü ne kadar çok sigara içtiğimi...
bu su hiç durmayacak ama, sana doğru akacak...